20 Haziran 2007 Çarşamba

The Curious Case of Benjamin Button

David Fincher’ın 2008’de gösterime girmesi beklenen filmi yeni filmi. Başrollerini Brad Pitt, Cate Blanchett’in oynayacağı filmin yardımcı oyuncusu Narnia Günlükleri’nden tanıdığımız Tida Swinton. Öykü senaryolaştıran Oskar'lı (1995, Forrest Gump) senarist Eric Roth. The Curious Case of Benjamin Button, F. Scott Fitzgerald’ın 1922 yılındaki çıkarttığı kısa öyküyle aynı adı paylaşıyor. 2006 Ekiminde başlanan çekimlerin 2007 Eylülünde sonlanması bekleniyor.

Yazının devamı için tıklayınız...

19 Haziran 2007 Salı

Shine on You Crazy Diamond

Hissiyatlar Diyarı




Şöyle bir şarkı hayal edin; dakikalarca sürsün ama etkisini yitirmesin, zamana karşı gelsin, milyonları sürüklesin, sarhoş etsin ve dost muhabbet kursun. Shine on You Crazy Diamond, efsanevi grup Pink Floyd'un -benim için- en sarsıntılı şarkısı. Bir kere dinlemeniz yeterli; tekrar duyduğunuzda mutlaka bir parçası aklınıza gelir. Gitarı, ritmi, sözü, saksofonu, klavyesi, uzun introsu, Gilmour'un sesi veya hepsi... Kazınıyor ister istemez aklınıza ve tekrar işittiğinizde tanıdık hisleri duyumsuyorsunuz. Ne mutludur, Shine on You Crazy Diamond'ı bir kere de olsa dinlemişsinizdir.

Yazının devamı için tıklayınız...

18 Haziran 2007 Pazartesi

Alexis Zorbas (Zorba the Greek)


Hayatı özgürce yaşayabilir miyiz?

Tuhaf bir sorudan sonra sizi iki ana oyuncumuzla tanıştırayım. Anthony Quinn’in canlandırdığı Alexis Zorba, öylesine özgür bir insan ki, evliliği ve çocuk sahip olmayı “felaket” olarak adlandırıyor. Her konuşmasında basitlik ama tecrübe akan Zorba, bizim şu günlük yaşamda alışık olduğumuz kişilerden değil. Sevince boğulduğu anlarda, dünyanın en güzel müziğiyle dans eden birisi, üstelik dansın müziği; bizim kapı komşumuz, kültürlerimizin yakın olduğu, uzun süre savaştığımız ama asla ayrılamadığımız Yunanistan’ın müziği. Diğer oyuncumuz Basil (Alan Bates) utangaç bir yapıya sahiptir, insanlarla öyle çok sıkı fıkı olamaz. Saygılıdır bir o kadar, belli sınırları aşmadan herkesle konuşabilir, iş derinlere gelmeden kaçmasını yeğler. Alexis Zorba’nın, yani filmin ilgi çekici noktalarından en belirgini, birbirinden farklı bu kişileri tanıştırmasıdır. Farklı bir insanla tanışıp da hayatı değişen kaç kişi var etrafınızda? Basil’in hayatı Zorbas ile tanışarak değişir.

Yazının devamı için tıklayınız...

Little Miss Sunshine


Little Miss Sunhine'ı neden sevdik?


Birbirinden kopuk aile fertleri külüstür sarı bir vosvosa atlıyor. Amaç; Minikler Güzellik Yarışması (Little Miss Sunshine) adaylığa seçilen ailenin küçük kızı Olive'i Kaliforniya'ya götürmek. Yine bir yolculuk filmi; sorunlu bir aile yola atlayacak, yolda güldürücü, üzücü şeyler yaşayacaklar ve sonda hepimiz güleceğiz. Tam olarak böyle değil.

Şöyle bir canlandırın: "Kaybetmeye Hayır" kitabını yeni yazmış, kaybetmeyi sevmeyen, ıslah olmaz iyimser, kusursuz görünüşlü Baba Richard; aileyi umutsuzca çekip çevirmeyen çalışan, ikinci evliliğinde olan Anne Sherly; uyuşturucu bağımlısı, ağzı ve ahlâkı bozuk Dede Edwin; başarısız bir intihar girişiminden çıkmış, eşcinsel, Proust uzmanı, yazar Frank Dayı; Nietzche'ye delice hayran, amacı olan Hava Okuluna girene dek konuşmama yemini etmiş, Richard’ın üvey oğlu Ağabey Dwayne; ve bunca alâkasız tipin arasında, güzellik kraliçesi adayı, şirin göbeğiyle yedi yaşındaki Olive. Herkesin ayrı ayrı kaybettiği sözüm ona bir ailenin yaşamına, hastaneden çıkan Frank Dayı’yla hazırlıksız giriyoruz ve sadece masa sahnesinde ailenin birbiriyle ne kadar uyumsuz olduğunu fark ediyoruz. Her biri ayrı bir sit-com’a karakter olacak fertlerin akşam yemeğinde yedikleri “takeout” yiyeceklere, Sprite’ı içtikleri promosyon bardaklara bakarsak; orta sınıf Amerikan toplumunu izlediğimizi anlarız. Vasat bir izleyici; Hooverlar’ın uyumsuz fertlerinden sinema diline göre mücize beklendiğini, yolculuk hikayesine başlamadan art arda gösterilen karakterlerin tek ortak yönünün Olive’ı “mutlu etmek” olduğunu yemek sahnesinin sonunda anlamıştır. Anlamayıp izleyenlerin saçma buldukları şeyler, ta en başta o sıcacık müzik eşliğinde zaten gösterilmiş. O kültürün yemeği, tatlısı, basmakalıplığı, yüzeysel yaşaması ve başarısızlığı yönetmen karı-koca Jonathan Dayton ve Valerie Faris’in ilk uzun metrajlı filminde yer almış. Filmi duygusal aile komedisi, yol hikayesi, yüzeysel bir eleştiri diye sınıflandırıp beğenmeyenler var, ben karşı taraftayım. Little Miss Sunshine, bozuk bir toplumun aldatıcı bir gerçeklikle hicvedildiği harika bir bağımsız filmdir.

Yazının devamı için tıklayınız...

Mogari no mori

Kayıp Cennet


Dul ve terk edilmiş Shigeki düşkünler yurdunda yaşar. Tek arkadaşı, çocuğunu trafik kazasında kaybetmiş, genç hasta bakıcı Machiko'dur. Yaşlı adam ve genç kadın ormanın kalbinde, kaybettikleri yaşamlarını tekrar bulurlar. Bu koruyucu kayıp cennetin ortasında, matemlerini tutar, hayatı yeniden keşfederler.

Yazının devamı için tıklayınız...

Irkçılığın Saklı Yüzü


Yıl 2005. Özgürlüğün, eşitliğin ve kardeşliğin başkenti Paris’in varoşları alevler içinde. Bir polis kovalamacasının sonunda, günden güne büyüyerek bir azınlık sorunana dönüşen alevler, Haneke’nin Saklı’sında sönmeyerek unutulmuş hafızalara bir hatırlatma olarak geri dönüyor. Üstelik Avusturyalı yönetmen, Fransız topraklarından çıkan La Haine’den farklı bir yöntem çizerek –ki bu yöntem Haneke’nin gücünü aldığı eleştiri biçimidir- izleyecinin filme bakmasını değil, filmi görmesini ısrarla istiyor. İsteme usulünü sembolik anlamlarla pekiştiren provokatör yönetmen, film esnasında seyircilerine sorular soruyor. Bu yönüyle; La Haine’deki nefretin eylemsel biçiminden uzak kalan, kendine ait gerilimini sakin sakin çizen Caché, Avrupa’da ırkçılık üzerine çekilmiş filmlerin arasına üst sıralardan giriyor. Filmin yapımının ve gösteriminin göçmen ayaklanmalarının hemen sonrasına denk gelmesi tabii ki tesadüf değil, Haneke’nin sert üslûbunu destekler bir akıl oyunudur.

Yazının devamı için tıklayınız...

A Perfect Circle


A Perfect Circle, gitarist Billy Howerdel tarafından kurulmuş, alternatif rock yapan bir gruptur. Alternatif kelimesinin sıkça kullanıldığı bu tüketim pazarında, ender şekilde “underground” kalmış gruplardan biridir. Şu ana kadar çıkarttıkları üç stüdyo albüm dahil, bütün kliplerinde popüler Amerikan MTV kültüründen uzak durmayı başarmışlardır.

Grubun kuruluşu bir hayli ilginç. Billy Howerdel, ki kendisi gitar teknisyeni olarak Nine Inch Nails, Smashing Pumpkings, Fishbone ve Tool gruplarında da çalıştı, 1999 yılında Tool’un solisti Maynard James Keenan ile anlaşarak A Perfect Circle’ı kurmuştur.

Yazının devamı için tıklayınız...

17 Haziran 2007 Pazar

London to Brighton

2006’ın en iyi İngiliz filmlerinden birisi London to Brighton, Paul Andrew Williams’nin ilk uzun metrajlı çalışmasıdır. Düşük bir bütçeyle çekilen, gerçekçi anlatımı ve şiddet içeren sahneleriyle London to Brighton, sosyal birkaç soruna derinlemesine dokunarak uzun yıllar unutulmayacak bir ilk çalışma örneği sergiliyor. Edinburg Film Festivalinde En İyi Genç Yönetmen ödülünü kazanan, sinema eğitimi almamış bir sinemacının rahatsız edici filmi, çıkmazdan kaçmanın ve güçsüzü kullanmanın onu kurtarmaktan ne kadar zor olduğunu gösteriyor.

Yazının devamı için tıklayınız...

15 Haziran 2007 Cuma

Zavet (Promise Me This)

ZAVET



Emir Kusturica'nın son eseri Zavet (Promise Me This) Cannes'da gösterime girdi. Daha önce iki defa Altın Palmiye'yi kazanan Kusturica (When Father Was Away on Business ve Underground), yeni filmiyle Cannes'dan eli boş dönse de, Balkan komedilerini seven izleyicileri meraklandırıyor. Yazının devamı için tıklayınız...