
Yıllardır birbirimizle uzun zaman geçirmiyoruz, belli dönemler halinde bir hafta, iki hafta, bilemediniz üç hafta birlikte olup sonra birbirimizi hiç görmüyoruz, aramıyoruz. Bu birliktelik dönemlerinde aşkımızı tazeliyoruz, o dönemlere has aşklar oluşturup diğer buluşmamıza değin saklıyoruz bunları. Her buluşmamızda aslında mutluluğun ne kadar yakında olduğunu bilip bunun yapamamanın veya yapmanın acısını yaşıyoruz. Ağlıyoruz içten içe, susuyoruz düşüncelere batıyoruz, o ufak dakikalarda aşkımızın en zehirli iltihaplarını ruhumuzdan atıyoruz. Böylece ruhlarımız, o özlemin kötü kısımlarını atıyor ve taze kopuşlara bağışıklık kazanıyor. Takip sırası şaşmayan, katî olan bu aşamalar, ruhlarımıza olgunluk ve sabır katıyor.
Yeni bir aşamaya hazırlık dönemindeyiz, fazla zamanımız yok ve acele edilmesi akışın yön değiştirmesine ya da başka duygusal değişkenler tarafından etkilenmesine yol açabilir. İlişkinin yönünü o verdiğinden, benim duygusallığım nehire atılmış bir sabun çaresizliğinde, aksi halde bu yazıyı onun düşüncelerinin etkin olduğu beynim değil, benim ona verdiğim kalbim yazardı ve sanırım şu şekilde olurdu:
Özlemine nice anlamlar kattım, mavi gözlüm. Bir hapishanedeydim sanki, buradaki oksijen senin yaşadığın yerdekine benzemiyor. Nefes aldıkça bu karanlıkta, insanın içine yalnızlık doluyor. Ağaçları griye boyamışlar ve yağan yağmura herkes şemsiye tutuyor, kimse ıslanmak istemiyor. Öylesine bir hapishane yapmışlar ki; içindeki yaşam, bağımsızlık görüntüsüne boyanmış ve yağmura karşı dayanaklı. Senin yaşadığın yer oysa; gökkuşağı sokakları her ruhun önünden geçiyor, geçitler oluşturuyor, insanlar rahatça aşklarına ulaşıyor. Oradaki hava hep mavi kokuyor ve güneş günde binlerce kez doğuyor.
Yaşamın anlamı değil de, kısa bir kesiti böyledir. Denge adını koyduğumuz mantıklı bahanelere inanıp yalnızlaşıyor, körleşiyoruz, unutuyoruz ve yaşamıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder